İstanbul’un Silivri ilçesi açıklarında yaşanan 6.2 büyüklüğündeki deprem, uzun süredir ekonomi gündeminin arka planında kalan işyeri güvenliği konusunu yeniden ön plana çıkardı. Türkiye’nin ticaret ve üretim merkezi olarak tanımlanan İstanbul, her yıl binlerce işyerine ev sahipliği yaparken, olası doğal afetlere karşı alınan önlemlerin yeterliliği tartışma konusu oluyor. Ekonomi çevrelerinden uzmanların ve işyeri sahiplerinin görüşlerine yer verdiğimiz bu haberimizde, deprem sonrası ekonomik risklerin boyutlarını ve iş dünyasının depremle mücadeledeki durumunu kapsamlı şekilde ele alıyoruz.
Silivri merkezli depremin özellikle ticari faaliyetlerin yoğun olarak sürdüğü bölgelerde yarattığı hasar, büyük oranda binaların ve işyerlerinin depreme dayanıklılığı konusundaki endişeleri artırdı. İstanbul’da kurulu pek çok küçük ve orta ölçekli işletmenin (KOBİ) yapılarının yeterince sağlam olmadığı biliniyor. Bu durum, ekonomik faaliyetin kesintiye uğrama riski kadar, insan güvenliği açısından da büyük bir tehdit oluşturuyor. İşyerlerinin depreme dayanıklılığı, sadece çalışanların can güvenliği açısından değil, aynı zamanda iş sürekliliği ve ekonomik üretkenlik açısından da kritik bir faktör haline geliyor.
Ekonomistler, İstanbul’da meydana gelen bu tür büyük depremlerin ardından piyasalarda kısa vadeli dalgalanmalar yaşanabileceğini belirtiyor. Ancak esas kaygı, fiziksel altyapının uzun vadede toparlanma sürecini nasıl etkilediği üzerinde yoğunlaşıyor. İşyerlerinde yaşanan hasarlar, üretim ve hizmet sektörlerinin aksamasına sebep olabilir, bu da hem yerel hem de ulusal ekonomiyi olumsuz etkileyebilir. Bu noktada sigorta sektörünün rolü büyük önem taşıyor; ancak işyerlerinin önemli bir kısmının yeterli sigorta poliçesine sahip olmadığı gerçeği, ekonomik zararın artmasına zemin hazırlıyor.
İşverenler açısından bakıldığında, depreme karşı alınacak önlemler yüksek maliyetli yatırımlar anlamına geliyor. Ancak bu yatırımların uzun vadede sağlanacak iş güvenliği ve ekonomik sürekliliğe doğrudan katkı sağladığı unutulmamalı. Deprem sonrası işyerinde oluşan hasarların onarımı sürecinde ortaya çıkan zaman kayıpları, iş gücü verimliliğinin düşmesine ve gelir kaybına yol açıyor. İşverenlerin, afet yönetimi planları ve risk azaltıcı önlemler konusunda daha bilinçli hareket etmesi gerekiyor.
Ticaret sektöründe faaliyet gösteren firmalar, deprem riski karşısında stok yönetimi ve tedarik zinciri stratejilerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalıyorlar. Silivri depremi, tedarik zincirinin kırılganlığını gözler önüne sererken, benzer bir felaketin yaşanması durumunda lojistik ağları ciddi oranda zarar görebilir. Bu durum, ürün tedariğinde gecikmelere ve maliyet artışına sebep olarak işletmelerin rekabet gücünü zayıflatabilir. Bu nedenle, kriz anlarına yönelik esnek ve alternatif planlamaların yapılması ekonominin sürdürülebilirliği açısından kritik.
Çalışanların güvenliği iş dünyasının önceliği olmalı. İş sağlığı ve güvenliği mevzuatları, işyerlerinin depremden korunması konusunda bazı kriterler belirlese de, uygulamada eksiklikler gözlemleniyor. Özellikle KOBİ’lerde deprem tatbikatlarının düzenlenmesi, yapısal sağlamlık testlerinin yapılması gibi uygulamalar yetersiz kalıyor. Çalışanların deprem anında nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda verilen eğitimler, işyerlerinde rutin hale getirilmeli. Bu tür önlemler, can kaybı ve yaralanmaların önüne geçilmesinde hayati bir rol oynuyor.
Kamu otoritelerinin ve yerel yönetimlerin, deprem sonrası işyeri güvenliği ve ekonomik istikrarı sağlama konusunda daha aktif bir rol üstlenmesi gerekiyor. Özellikle İstanbul gibi deprem riski yüksek bölgelerde, yapıların denetlenmesi ve güçlendirilmesi için teşviklerin artırılması büyük önem taşıyor. Devlet destekli programların genişletilmesi ve işyerlerinin uygunluk standartlarına uyumu konusunda denetim mekanizmalarının sıkılaştırılması, ekonomik kayıpların önüne geçmede etkili olabilir. Bu noktada bürokrasinin yavaş işlemesi, alınacak önlemleri zorlaştırabiliyor.
Teknolojik gelişmeler, işyeri güvenliğinin artırılmasında önemli bir fırsat sunuyor. Depreme dayanıklı yapı malzemeleri ve erken uyarı sistemleri, ekonomik kayıpların azalmasına büyük katkı sağlıyor. Dijitalleşme ve otomasyonun yaygınlaşması, felaket anında süreçlerin daha iyi yönetilmesini mümkün kılıyor. İş dünyasının bu teknolojilere yatırım yapması, olası afetlerin ekonomik etkilerini azaltmada stratejik bir avantaj olarak görülüyor. Ancak maliyet kaygıları nedeniyle bu teknolojilerin yaygınlaşma hızı beklenenin gerisinde kalıyor.
Sigorta sektörü, işyeri güvenliği konusunda önemli bir tetikleyici olabilir. Silivri depremi, işyerlerinin deprem sigortasına ciddi bir ihtiyaç duyduğunu bir kez daha ortaya koydu. Finansal koruma sağlayan sigortalar, işletmelerin zararlarını hızlı şekilde telafi etmelerine olanak tanıyor. Ancak sigorta primi maliyetleri kimi küçük işletmeler için erişilebilir düzeyde değil. Devlet destekli sigorta modelleri ve teşvikler, bu konuda çözüm sunabilir. Sektör temsilcileri, bu alandaki adımların hızlanmasını bekliyor.
İş dünyası temsilcileri, deprem sonrasında dayanışmanın önemine vurgu yapıyor. Yalnızca maddi destek değil, bilgi paylaşımı ve ortak stratejilerin geliştirilmesi, ekonomik kayıpların minimize edilmesinde kritik. Olası afetlere karşı kolektif hareket etmek, sadece tek firmaların değil, tüm sektörlerin güçlenmesini sağlıyor. Bu bağlamda ticaret odaları, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerin işbirliği içinde çalışması, İstanbul’un ekonomik geleceği açısından hayati önem taşıyor.
Ekonominin bel kemiği olan KOBİ’lerin desteklenmesi, Silivri depreminden çıkan en önemli derslerden biri. Finansal destekler, faizsiz krediler ve teknik destek programları, bu işletmelerin afet sonrası toparlanmasını hızlandırabilir. Ancak mevcut kaynakların yetersizliği ve başvuru süreçlerindeki karmaşıklık, desteklerin etkin kullanılmasını engelliyor. Daha şeffaf, erişilebilir ve hızlı uygulanan destek mekanizmaları, KOBİ’lerin sürdürülebilirliği için şart haline gelmiştir.
Deprem riskinin ekonomik faaliyetlere getirdiği yük, yapısal reformların gerekliliğini ortaya koyuyor. Sektörel risk analizlerinin yapılması, şehir planlamasından başlayarak uzun vadeli yatırımların yönlendirilmesi gerekiyor. Bu kapsamda, sadece mevcut yapıların yenilenmesi değil, aynı zamanda yeni işyerlerinin deprem yönetmeliğine uygun inşa edilmesi de zorunlu hale geliyor. İstanbul’un geleceği, deprem riskini sadece mühendislik boyutuyla değil, ekonomik ve sosyal dinamiklerle birlikte ele alan bütüncül politikaların uygulanmasına bağlı.
Sonuç olarak, Silivri merkezli 6.2 şiddetindeki deprem, İstanbul iş dünyasının hem fiziksel hem de ekonomik açıdan deprem riskine karşı ne kadar hazırlıksız olduğunu gösterdi. Bu durum, sadece hasar tespiti ve onarım değil, aynı zamanda iş sürekliliği, sigorta, teknoloji yatırımları ve devlet desteklerinin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılıyor. İstanbul’un cazibe merkezi olma özelliğini sürdürebilmesi için, işyeri güvenliği ve afet yönetiminde kapsamlı ve çok yönlü bir politikaya ihtiyaç var. Ekonomi editörleri olarak, bu sürecin yakından takipçisi olmayı sürdüreceğiz.