UC Cancer Center, AACR 2025’te Yenilikleri Paylaştı

admin
By admin
7 Min Read
Disclosure: This website may contain affiliate links, which means I may earn a commission if you click on the link and make a purchase. I only recommend products or services that I personally use and believe will add value to my readers. Your support is appreciated!

Üniversite Cincinnati Kanser Merkezi araştırmacıları, Chicago’da düzenlenecek olan 2025 Amerikan Kanser Araştırmaları Derneği (AACR) Yıllık Toplantısı’nda kanser araştırmalarına ilişkin pek çok çığır açıcı bulguyu paylaşmaya hazırlanıyor. Özellikle baş ve boyun kanseri (HNC) ile ilgili yürütülen çalışmalar, karmaşık moleküler mekanizmalar, bağışıklık sistemi etkileşimleri ve yenilikçi tedavi yaklaşımlarını kapsamaktadır. Bu araştırmalar, kanser tedavisinde paradigmayı dönüştürme potansiyeline sahip olup, kişiye özgü onkoloji alanında önemli ilerlemeleri temsil ediyor.

Baş ve boyun skuamöz hücreli karsinomu (HNSCC) üzerine odaklanan bir çalışma, interlökin-9’un (IL-9) bu hastalardaki rolünü ilk kez netleştiriyor. IL-9, önceden kanser türüne göre hem tümör büyümesini hızlandırıcı hem de engelleyici etkiler gösteren küçük bir protein olarak bilinmektedir. Sam Nusbaum liderliğindeki araştırma, HNSCC hastalarından alınan tümör dokularında IL-9 ifadesinin sağlıklı bireylere kıyasla anlamlı şekilde arttığını ortaya koydu. Daha yüksek IL-9 mRNA seviyelerinin hasta sağkalımı ile olumsuz korelasyon gösterdiği, dolayısıyla IL-9’un prognostik bir biyobelirteç olabileceği belirlendi. Hücresel düzeyde IL-9’un, kanser hücrelerini yok etmekle görevli sitotoksik bağışıklık hücrelerinin fonksiyonunu bozan IL-6 salgısını tetiklediği görüldü.

Ancak IL-9’un kanser üzerindeki etkileri tek taraflı değil. Hayvan modellerinde, IL-9 artışının tümör hacmi ve ağırlığında azalma ile ilişkilendirildiği gözlendi. Bu durum, IL-9’un bağışıklık tepkileri üzerindeki karşıt etkilerini ve tümör mikro çevresindeki karmaşık etkileşimler sonucu değişken fonksiyonlarını işaret ediyor. Nusbaum ve ekibi, IL-9’un tümör gelişimi ve bağışıklık düzenlemesindeki çift yönlü rolünü daha derinlemesine moleküler düzeyde çözümlemeyi planlıyor.

Bu moleküler keşiflere paralel olarak, Lindsey Bachmann doğal öldürücü (NK) hücrelerin işlevini yöneten sinyal yollarını araştırıyor. NK hücreleri, kanser hücrelerini tanımada ve yok etmede kritik rol oynayan bağışıklık elemanlarıdır. Araştırma, CXCR2 reseptörünün engellenmesinin, NK hücreleri ve CD8+ T lenfositlerinin varlığında fare modellerinde tümör büyümesini engellediğini ortaya koydu. CXCR2, bağışıklık hücrelerinin tümör içindeki hareketini ve aktivasyonunu kontrol eden bir kemokin reseptörüdür. Bu bulgu, CXCR2 hedeflenerek bağışıklık yanıtının güçlendirilmesi yoluyla yeni immünoterapi stratejilerinin geliştirilmesine olanak sağlayabilir.

Tanısal yöntemlerde yenilikçi çalışmalar da kanser tedavisinin izlenmesinde devrim yaratma potansiyeline sahip. Katelyn Jansen liderliğindeki ekip, periferik kan mononükleer hücrelerinin (PBMC) hasta kan örneklerinden izolasyonunda standart protokoller geliştirdiğini duyurdu. Önemli olarak, kan örneklerinin 24 saate kadar gecikmeli işlenmesi hücre canlılığını olumsuz etkilemedi. Bu metodolojik yenilik, immünoterapi yanıtlarının non-invaziv şekilde, daha güvenilir ve sık takip edilmesini mümkün kılarak klinik uygulamalarda önemli kolaylıklar sağlayabilir. Araştırma, protokollerin başka merkezlerde validasyonu ve PBMC analizlerinin klasik biyopsi verileriyle karşılaştırılması sürecine devam ediyor.

Jansen ve ekibi, aynı zamanda tekrar eden baş ve boyun kanserlerinde immünoterapi ile radyasyon tedavisinin kombine kullanımını da inceledi. Proton terapisi (PT) ve konvansiyonel X-ışını radyoterapisinin (XRT), tek başına tümör büyümesini baskıladığı ve bağışıklık hücre infiltrasyonunu artırdığı görüldü. Ancak, bu radyasyon türlerine anti-PD1 immün kontrol noktası inhibitörlerinin eklenmesi ek bir sinerjik etki yaratmada sınırlı kaldı. Bu da, hidrasyon aşamasında radyasyonun immün mikroçevreyi hazırlamasına rağmen, immünoterapinin beklenen tümör baskılayıcı etkisini artırmada henüz istenilen seviyeye ulaşılamadığını gösteriyor. Gelecekte çalışmalar, dozlama programlarının ve yeni bağışıklık modülatörlerinin optimizasyonuna odaklanacak.

Meme kanserinde ise, özellikle HER2 pozitif tümörler üzerine yoğunlaşan araştırma, nonkas iskelet miyozin IIA’nın (NMIIA) rolünü açığa çıkardı. Bu agresif meme kanseri türünde HER2 proteini fazladan bulunur ve tümör hızlı büyür, metastaz yapar. Araştırma NMIIA’nın HER3 reseptörüyle etkileşim kurarak ilaç direncine ve metastatik sürece aracılık eden hücre içi sinyal yollarını düzenlediğini gösterdi. Klinik veriler, özellikle lenfovasküler invazyon (LVI)-pozitif tümörlerde yüksek NMIIA seviyelerinin kötü hasta sağkalımıyla ilişkilendirildiğini ortaya koydu. Araştırma ekibi, NMIIA’yı hedef alan yeni bir inhibitör geliştiriyor. Bu ilacın, HER2 hedefli tedavilerle birlikte kullanılması, ilaç direnci ve metastazla mücadelede önemli bir yenilik olabilir.

Nadir bir akciğer hastalığı olan lenfangioleiomyomiyomatozis (LAM) alanındaki çalışmalar ise metabolik açıdan dikkat çekici bulgular sunuyor. Araştırmanın baş yazarı Evans Abor, LAM progresyonunda kritik rol oynayan PHGDH enzimini ve onun mTORC1 sinyal sistemi ile etkileşimini inceledi. PHGDH’nin hastalıklı dokularda anlamlı biçimde arttığı ve bu enzim inhibe edildiğinde LAM hücrelerinde apoptozun tetiklendiği, mitokondriyal işlev ve makromoleküler biyosentezin bozulduğu gözlendi. Rapamisin ile kombinasyon tedavisi, hücresel otofajiyi artırarak terapötik sinerji yarattı. Bu metabolik yaklaşım, tedavi direncini yenmek ve hastalığın ilerlemesini engellemek için yeni umutlar sunuyor.

Ayrıca Kanser Merkezi’nin araştırmaları kolorektal kanser alanında HER aile reseptörleri ile mutant KRAS’ı hedef almanın etkinliği ve tuberin eksikliği olan hücrelerde Stat1 sinyalinin tümör immünyetkisindeki rolü gibi farklı konuları da içeriyor. Tuberin eksikliği, LAM patolojisi ile bağlantılıdır. Bu çok yönlü yaklaşımlar, kanser ve nadir hastalıklara adanmış kapsamlı bilimsel çalışmanın bir göstergesi olarak dikkat çekmektedir.

Toplanan bu zengin veriler, moleküler ayrıntılarla kişiselleştirilmiş onkoloji çağına güçlü bir giriş yapıldığını gösteriyor. İmmünoloji, moleküler biyoloji ve translasyonel tıbbın kesişimi, hasta odaklı, hedeflenmiş tedaviler, minimal invaziv tanı yöntemleri ve tümör direncini aşan kombinasyon terapileri gibi yenilikçi çözümlere kapı aralıyor. AACR 2025 toplantısında Üniversite Cincinnati Kanser Merkezi’nin sunacağı araştırmalar, klinik onkoloji alanında yeni iş birliklerini tetikleyerek kanser bakım standartlarının yakın gelecekte evriminde etkili olacak.

Bu kapsamda, temel bilimsel bulgular ile uygulamalı araştırmaları harmanlayan bu teklifler, onkolojinin en büyük zorluklarına yaratıcı yanıtlar arayan bilim insanlarının dinamik çabasının örnekleri olarak öne çıkıyor. Kanser tedavisinde, moleküler hedefleme stratejilerinin ve bağışıklık sisteminin anlaşılması temelinde, hastaların hayat kalitesini artıracak ve yaşam sürelerini uzatacak yeni nesil tedavi seçenekleri geliştirme yönünde önemli adımlar atılmaktadır.

Araştırma Konusu: Baş ve boyun kanseri, meme kanseri, lenfangioleiomyomiyomatozis, kanser immünoterapisi, nadir hastalıklarda metabolik zafiyetler
Makale Başlığı: University of Cincinnati Cancer Center Unveils Novel Insights at AACR 2025: IL-9’s Paradoxical Role, Immune Signaling Pathways, and Emerging Therapeutic Targets
Anahtar Kelimeler: Baş ve boyun kanseri, meme kanseri, tümör büyümesi, kanser immünoterapisi, inhibe edici etkiler, hayvan modelleri, periferik kan mononükleer hücreler, radyasyon tedavisi, NK hücre reseptör sinyalleşmesi, hücresel yanıtlar, kanser araştırmaları

Share This Article
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir