Hassas Kemik İliği Testi AML Sağkalımını Artırıyor

admin
By admin
6 Min Read
Disclosure: This website may contain affiliate links, which means I may earn a commission if you click on the link and make a purchase. I only recommend products or services that I personally use and believe will add value to my readers. Your support is appreciated!

Kanser alanında büyük bir ilerleme kaydedildi. King’s College London tarafından yürütülen klinik çalışmalar neticesinde, özellikle genç erişkinlerde görülen Akut Myeloid Lösemi (AML) hastalığının takibinde kullanılan, oldukça hassas bir kemik iliği moleküler testi geliştirildi. Bu test, hastalığın minimum rezidüel hastalık (MRD) aşamasında tespit edilmesine olanak tanıyor. MRD, remisyonda olan hastalarda bile çok az sayıdaki lösemi hücrelerinin varlığı anlamına geliyor. Yeni test sayesinde, hastalığın nüksetme riski geleneksel yöntemlere kıyasla yaklaşık üç ay daha erken saptanarak tedavi müdahaleleri erkene çekilebilecek. Bu sayede, hastaların sağkalım oranlarında ciddi bir artış sağlanması mümkün olabilecek.

Akut Myeloid Lösemi, vücudun kemik iliğinde bulunan beyaz kan hücrelerinin hızlı ve anormal bir şekilde çoğalmasıyla ortaya çıkan, agresif bir kan kanseridir. Bu anormal hücreler kemik iliğinin normal fonksiyonlarını engeller ve hastanın bağışıklık sistemini zayıflatır. Yoğun kemoterapi tedavileri ile hastaların pek çoğu başlangıçta remisyonda kabul edilir. Ancak ne yazık ki hastaların önemli bir kısmında tedavi sonrası iki yıl içerisinde hastalık nüks etmektedir. Günümüzde uygulanan takip yöntemleri; rutin kan testleri ve fizik muayenelerden oluşmakta olup, çoğu zaman hastalığın erken evresinde tekrar ortaya çıkışı teşhis edilememektedir.

King’s College London araştırmacıları tarafından geliştirilen moleküler monitörizasyon yöntemi, AML’in genç hastalarında sıkça görülen NPM1 ve FLT3 genlerindeki mutasyonları hedeflemektedir. Bu mutasyonlar, hastalığın seyri üzerinde belirleyici rol oynayan biyobelirteçler olarak kullanılıyor. Yeni test, bu genetik değişiklikleri baz alarak, standart yöntemlerin kaçırabileceği çok düşük seviyelerdeki lösemik hücre popülasyonlarını tespit edebilmekte. 2012-2018 yılları arasında Birleşik Krallık Ulusal Kanser Araştırma Enstitüsü (NCRI) çatısı altında gerçekleştirilen AML17 ve AML19 faz 3 randomize kontrollü klinik çalışmalarına katılan hastalar, üçer aylık periyotlarda kemik iliği biyopsisi yöntemi ile yakından izlendi. Bu sıkı takip protokolü, MRD tespiti yapılarak uygun zamanda tedavi değişikliklerinin yapılmasına olanak sağladı.

Yapılan çalışmaların sonuçları The Lancet Haematology dergisinde yayımlandı ve moleküler monitörizasyon uygulanan hastalarda sağkalım oranlarında yaklaşık %50 oranında anlamlı bir artış sağlandığı bildirildi. Erken nüks tespiti, hastanın kan değerleri ve genel sağlık durumu stabil iken tedavi planlarının değiştirilebilmesi için kritik bir pencerre açıyor. Böylece, acil hastane yatışları azalıyor, tedavi gecikmeleri önleniyor ve uzun vadede daha olumlu hasta sonuçları elde ediliyor. Bu gelişme, AML yönetiminde devrim niteliğinde kabul ediliyor.

Moleküler takibin başarısı, kanda ve kemik iliğinde nadir bulunan kanser hücrelerinin genetik materyallerini detekte etmekte kullanılan kantitatif polimeraz zincir reaksiyonu (qPCR) ve yeni nesil dizileme (NGS) teknolojilerinin hassasiyetine dayanıyor. Bu teknolojiler, klasik mikroskobik yöntemlerle tespit edilmesi mümkün olmayan, çok az sayıdaki mutant hücrelerin varlığını gerçek zamanlı olarak ortaya koyarak hastalığın seyrini detaylı biçimde izleyebilmekte. Böylece kişiselleştirilmiş tedavi yönetimi adına önemli bir adım atılmış oluyor.

Bu alandaki araştırmalar, Birleşik Krallık’taki birçok kurumun ve fon sağlayan kuruluşların iş birliği sonucu hayata geçti. Kanser alanında bağış ve destek yapan Blood Cancer UK, Cancer Research UK ile Ulusal Sağlık ve Bakım Araştırma Enstitüsü (NIHR) gibi kurumlar çalışmaların finansmanını üstlendi. Deneyin sponsorluğunu ise Cardiff Üniversitesi üstlendi. Proje sorumlusu Dr. Richard Dillon liderliğindeki multidisipliner ekip, bu teknolojinin AML dışındaki hematolojik malignitelerde ve hatta katı tümörlerde MRD tespitine uygulanabilirliğini araştırmaya devam etmektedir.

Deneylere katılan hastalardan Jane Leahy’nin şahitlik ettiği gelişmeler, moleküler takip yönteminin hayat kurtarıcı potansiyelini gözler önüne seriyor. Leahy’nin hastalığı moleküler seviyede fark edilip, henüz klinik belirti vermeden tedavi stratejisi değiştirildi. Bu sayede, başarılı bir kök hücre nakli gerçekleştirilerek, tamamen iyileşme şansı elde edildi. Jane’nin deneyimi, hastalık nüksünün erken safhada saptanmasının sağladığı kritik avantajları somut bir biçimde ortaya koyuyor.

Guy’s and St Thomas’ NHS Foundation Trust’dan Prof. Nigel Russell, AML’nin halen en ölümcül kanser türlerinden biri olduğunu vurgularken, moleküler tekniklerin standart tedavi ile entegre edilmesi sayesinde hastalığın yönetimi ve anlaşılması yönünde önemli adımlar atılabileceğinin altını çizdi. Bu yenilikçi testlerin Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) bünyesinde yaygınlaştırılması, AML bakım protokollerinde moleküler takibin standart bir uygulama haline gelmesi adına güçlü bir sinyal olarak görülüyor.

Uzmanlar, moleküler tespit teknolojilerinin yaygınlaşması ile hekimlerin sadece tedavi zamanlaması hakkında değil, hastaların genetik risk profilleri doğrultusunda en uygun tedavi yöntemini seçme noktasında da önemli kararlar alabileceğini belirtiyor. Bu durum, kemoterapi ve diğer sistemik tedavilerin yan etkilerinin azaltılması ve gereksiz tedavi uygulamalarının önüne geçilmesi açısından çok büyük bir avantaj sağlıyor.

Son olarak, bu alandaki gelişmeler sadece AML için değil, kanser araştırmalarının genelinde erken hastalık tespiti ve nüks önleme stratejilerinin geliştirilmesi adına umut vaat ediyor. NIHR’den Prof. Marian Knight, erken teşhisin kanser dünyasında hasta yaşam kalitesini ve sağkalım oranlarını artırmada temel unsur olduğunu belirterek; hükümetlerin ve sağlık kurumlarının bu doğrultuda yatırımlar yapmasının önemini vurguluyor.

Özetle, moleküler monitörizasyonun geliştirilip klinik pratiğe entegrasyonu, AML tedavisinde tarihi bir dönüm noktası yaratmıştır. Hastalığın moleküler olarak erken tespiti ile birlikte gelen erken müdahaleler; hastaların yaşam sürelerinin uzamasını, tedavi süreçlerinin daha etkin olmasını ve genel olarak hematolojik onkolojide kişiye özel yönetim anlayışının ilerlemesini sağlamaktadır. Bu çalışmaların devamı ve geniş bir iş birliği ağının oluşması, dünya genelinde precise onkoloji alanında büyük bir ivme yaratacaktır.

Araştırma Konusu:
Moleküler monitörizasyon ve minimal rezidüel hastalık tespitiyle genç erişkinlerde Akut Myeloid Löseminin takibi.

Makale Başlığı:
Molecular monitoring versus standard clinical care in younger adults with acute myeloid leukaemia: results from the UK NCRI AML17 and AML19 randomised, controlled, phase 3 trials.

Haberin Yayın Tarihi:
Belirtilmemiştir.

Web References:
Sağlanmamıştır.

Doi Referans:
Belirtilmemiştir.

Resim Credits:
Yoktur.

Anahtar Kelimeler:
Akut Myeloid Lösemi, moleküler monitörizasyon, minimal rezidüel hastalık, NPM1 mutasyonu, FLT3 mutasyonu, kemik iliği testi, klinik çalışmalar, kemoterapi, kanser nüksü, kanser izleme, genetik test, kişiselleştirilmiş tıp.

Share This Article
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir