Türkiye’nin savunma sanayii sektörü, son yıllarda kayda değer bir büyüme ivmesi yakalayarak hem yerli üretim kapasitesini artırdı hem de nitelikli istihdam alanlarında önemli gelişmeler yaşandı. Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün’ün yaptığı açıklamalara göre, sektörde şu anda yaklaşık 90 bin çalışan bulunuyor. Ancak Görgün, bu sayının artırılması gerektiğini vurgulayarak, sadece nicelik anlamında değil, nitelik açısından da ciddi bir atılımın şart olduğunu belirtti. Bu durum, Türkiye’nin savunma ve yüksek teknoloji alanındaki vizyonunun genişlemesini ve sektörde insan kaynağı yapısının güçlendirilmesini gösteriyor.
Haluk Görgün, yaptığı açıklamada yüksek teknolojili savunma sistemlerinin geliştirilmesi ve üretimi için nitelikli personele olan ihtiyacın giderek arttığını ifade etti. Sektörde çalışan kişi sayısının 150 bin ile 200 bin arasına çıkması hedefleniyor. Ancak bu büyümenin salt sayısal bir artışa dayanamayacağı, aynı zamanda çalışma alanlarının ve personelin sahip olduğu yetkinliklerin de iyileştirilmesi gerektiğini söylemek gerekiyor. Görgün’ün bu yaklaşımı, Türkiye’nin sadece büyük ama aynı zamanda teknoloji odaklı ve yüksek katma değerli üretim yapısına geçmeyi amaçladığını gösteriyor.
Savunma sanayii çalışanlarının var olan durumu değerlendirildiğinde, mevcut 90 bin kişilik işgücünün büyük kısmı çeşitli alanlarda faaliyet göstermekte. Fakat savunma sanayii, sadece iş gücü büyüklüğüyle değil, alanında uzmanlaşmış mühendisler, teknisyenler ve araştırmacılara da ihtiyaç duyuyor. İleri teknolojiye dayanan ürünlerin geliştirilmesi için çalışanların bilgi ve beceri seviyesini sürekli geliştirmesi gerekiyor. Bu nedenle kalifiye insan kaynağının artırılması, eğitim ve Ar-Ge yatırımlarının aynı anda yürütülmesini zorunlu kılıyor.
Öte yandan, Türkiye’nin savunma sanayii hedefleriyle paralel olarak, sektörün dışa bağımlılığını azaltmak temel bir strateji olarak öne çıkıyor. Haluk Görgün’ün ifade ettiği gibi, yüksek teknoloji içeren sistemlerin kendi kaynaklarımızla üretilmesi, milli güvenlik açısından büyük önem taşıyor. Ayrıca, bu sürecin sürdürülebilir olması için de iş gücünün kalitesinin yükseltilmesi şart. Bu, bir yandan hem ekonomik olarak ülkenin döviz tasarrufu sağlamasına hem de savunma kapasitesinin bağımsız bir zemine oturtulmasına yardımcı oluyor.
Görgün’ün açıklamasında dikkat çeken bir diğer önemli nokta ise, istihdam artışının sadece niceliksel değil, niteliksel bir gelişmeyle desteklenmesi gerektiği. 90 binden 150-200 binlere ulaşmak büyük bir sıçrama anlamına gelmekle birlikte, bu büyümenin mühendislik, yazılım geliştirme, sistem tasarımı gibi uzmanlık alanlarında olması gerekiyor. Çünkü günümüzde savunma teknolojileri sadece mekanik ürünlerle değil, yazılım, yapay zeka ve veri entegrasyonu gibi ileri seviye teknolojilerle de şekilleniyor. Bu da sektörde çalışanların bilgi düzeyini artırmayı zorunlu kılıyor.
Bu bağlamda, üniversiteler, teknik okullar ve sektör arasındaki iş birliği de önem kazanıyor. Türkiye’nin genç ve dinamik nüfus potansiyelinden azami ölçüde faydalanmak için eğitim sisteminde de dönüşüm gerekliliği ortaya çıkıyor. Gelişmiş laboratuvarlar, staj ve iş birliği projeleri ile genç yeteneklerin savunma sanayiine adım atmaları teşvik edilmelidir. Böylelikle sahaya hazır, deneyimli ve donanımlı bir insan kaynağı oluşturulabilir. Eğitim politikalarının sektörün ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi ise devletin ve özel sektörün ortak sorumluluğu olarak öne çıkıyor.
Bir başka önemli konu ise Ar-Ge yatırımlarının artırılmasıdır. Sektörde üretilen yeniliklerin ve teknolojik gelişmelerin insan kaynağının niteliğiyle doğrudan ilişkili olması, Ar-Ge yatırımlarının disiplinli ve planlı yürütülmesini gerektiriyor. Haluk Görgün’ün hedeflediği iş gücü artışında, Ar-Ge merkezlerinin daha da büyüyerek, yüksek teknoloji üretimini tetiklemesi bekleniyor. Bunun için kamu destekleri ve özel sektörün daha fazla kaynak ayırması kritik bir rol oynayacaktır.
Bununla birlikte, millî üretim kapasitesinin artırılmasıyla, Türkiye savunma sektöründe hem iç piyasaya yetecek hem de ihracat potansiyeli yüksek ürünler geliştirebilecektir. Bu durum ülke ekonomisine pozitif etki yaparken, dışa bağımlılığın azalması da stratejik açıdan büyük avantajlar sunar. İstihdam artışının hem nitelik hem nicelik anlamında sağlanması, Türkiye’nin bu süreçte rakiplerine karşı rekabet gücünü artırmasına olanak tanır.
Çalışan sayısının artırılmasının beraberinde getireceği sosyoekonomik etkiler de göz ardı edilmemeli. Savunma sanayiinde çalışanların ekonomik refahının yükselmesi, bu sektörün daha cazip hale gelmesini sağlayacak, böylece yetenekli gençlerin bu alana yönelmesi hızlanacaktır. Bu olumlu döngü, uzun vadede sektörün sürdürülebilirliğini garanti altına alacaktır. Haluk Görgün’ün yaptığı açıklama, sadece rakamsal anlamda değil, çalışan deneyimi ve kalite perspektifinde de önemli bir uyarı niteliği taşıyor.
Sonuç olarak, Türkiye savunma sanayiinde çalışan sayısının artırılması, sektörü bir üst seviyeye taşımak için kritik bir adımdır. Haluk Görgün’ün vurguladığı gibi, bu artışın arkasında sağlam bir eğitim altyapısı, gelişmiş Ar-Ge odaklı yapılar ve sektörle uyumlu insan kaynağı planlaması yer almalıdır. Yalnızca fazla sayıda çalışan elde etmektense, her bir personelin alanında uzmanlaşması ve teknolojik gelişmelere adapte olması, gerçek başarıyı getirecektir. Bu gelişmeler, hem ülke savunması hem de ekonomik büyüme açısından büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin savunma sanayii alanındaki bu vizyonu, uzun vadede küresel pazarlarda daha fazla söz sahibi olmasını sağlayacak temel yapıyı oluşturabilir. Bunun için mevcut kaynakların etkin kullanılması ve planlı yatırımlarla hedeflenen yeni istihdam aralığına ulaşılması gerekir. Haluk Görgün’ün açıklamaları, sektörün sadece Türkiye içinde değil, dünya çapında rekabet edebilir bir konuma gelmesi için gereken kritik yol haritasını işaret ediyor. Bu nedenle, sektörün tüm paydaşlarının üzerlerine düşen görevleri yerine getirmesi büyük önem taşıyor.
İlerleyen yıllarda savunma sanayii sektöründe çalışma alanlarının çeşitlenmesi, yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve bu alandaki istihdamın artırılması, Türkiye’nin stratejik bağımsızlık arzusunun somut yansımaları olacaktır. Görgün’ün ortaya koyduğu hedefler, bir ekonomik veri olmaktan çok, Türkiye’nin geleceğinin ve güvenliğinin şekillenmesini ifade ediyor. Bu bağlamda, sadece sayıların artması değil, niteliksel dönüşümün de sağlanması, sektörün gücünü pekiştirecek en önemli adım olacaktır.
Bu sürecin başarılı olabilmesi için ise devrim niteliğinde bir yaklaşım şart. Sektörün ihtiyaçlarına yönelik eğitim reformları, teşvik sistemleri ve uluslararası iş birlikleri, Türkiye’nin savunma sanayiini sadece bölgesel değil, küresel anlamda da rekabetçi bir merkez haline getirebilir. Haluk Görgün’ün sözleri, bu anlamda sadece gelecek planlarını değil, Türkiye’nin stratejik hedeflerine erişmek için yapması gerekenlerin özünü yansıtıyor ve tüm taraflar için ciddi bir yol gösterici niteliği taşıyor.