Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, İstanbul’un kentsel dönüşüm sürecine dair önemli bilgiler verdi. Bakan Kurum, İstanbul’da acilen dönüştürülmesi gereken 600 bin konutun bulunduğunu belirterek, riskli bölgelerin başında İstanbul’un geldiğini ifade etti. Türkiye’nin en kalabalık ve ekonomik açıdan kritik kenti olan İstanbul’daki kentsel dönüşümün önemi bir kez daha altını çizildi. Bakanın açıklamaları, şehir ölçeğinde kriz yönetimi, bütçe kaynaklarının kullanımı ve siyasetin rolü üzerine de dikkat çeken bir perspektif kazandı.
İstanbul’daki riskli alanlar, özellikle deprem gerçeğiyle örülü bir başka boyuta sahip. 17 Ağustos Marmara Depremi’nin yarattığı yıkımın ardından, kentteki yapı stokunun önemli kısmının risk altında olduğu su götürmez bir gerçek. Bakan Kurum, bu noktada 600 bin konutun dönüşümünün aciliyeti üzerinde durdu. Bu sayı, kentin yaklaşık 5-6 milyonluk nüfusu göz önüne alındığında oldukça yüksek bir oran. Dolayısıyla kentsel dönüşüm sadece bir yenileme meselesi değil, can güvenliği ve sürdürülebilir kentleşme için zorunluluk haline geliyor.
Ancak, dönüşüm çalışmaları sadece yapıların yenilenmesinden ibaret değil. Bakan Kurum konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda siyaset üstü bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini vurguladı. Bu söylem, kentsel dönüşümün yalnızca teknik ve ekonomik bir mesele olmadığını, aynı zamanda politika ve toplumsal uzlaşı gerektiren çok katmanlı bir süreç olduğunu gösteriyor. Geçmiş deneyimler, dönüşüm projelerinde yaşanan siyasi çekişmelerin süreçleri aksattığını ve vatandaşların güvenini sarsabildiğini gösteriyor.
Bunun yanında, Bakan’ın belediye bütçelerine yaptığı vurgu da dikkat çekti. Diğer birçok belediyede olduğu gibi İstanbul’da da kentsel dönüşüm için ayrılan bütçelerin etkin ve şeffaf kullanımı büyük önem taşıyor. Murat Kurum, “Hep birlikte konserde düzenlemeyelim, etkinlik de düzenlemeyelim bütün bütçemizi bütün paramızı buraya harcayalım diyorum” ifadeleriyle, kaynakların daha çok öncelikli konulara yönlendirilmesi gerektiğini dile getirdi. Bu yaklaşım, sosyal ve kültürel etkinliklerin de elbette değerli olduğu ancak önceliğin can güvenliğini sağlamaya verilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
İstanbul Kentsel Dönüşüm Komisyonu’nun kurulması kararı, tüm bu sürecin daha sistematik ve koordine şekilde yürütülmesi için önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Komisyonun hangi aktörleri barındıracağı, karar alma mekanizmalarının nasıl yapılandırılacağı gibi noktalar, ilerleyen süreçte kentsel dönüşümün başarısını belirleyecek temel unsurlar olacak. Bu anlamda komisyonda siyasi partilerin, belediyelerin, akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaş temsilcilerinin yer alması bekleniyor.
Bakan Kurum’un açıklamalarında dikkati çeken diğer bir husus da kentsel dönüşümün sadece fiziksel değil, sosyal boyutları da olduğuna dair söylemi. Dönüşüm sürecinde mahalle kültürünün korunması, sosyal adaletin sağlanması ve ekonomik imkanların dengelenmesi kritik bir rol oynuyor. Bu süreçte dar gelirli vatandaşların mağdur olmaması için konut finansmanı ve kira desteklerinin artırılması gerektiği de tartışma gündeminde yer alıyor.
Ekonomik açıdan bakıldığında, İstanbul kentsel dönüşümü ciddi bir yatırım alanı olma potansiyeline sahip. Yaklaşık 600 bin konutun yenilenmesi, inşaat sektörüne, istihdam yaratma ve ekonomik canlılığı artırma konusunda büyük katkılar sunabilir. Ancak, bu potansiyelin doğru yönetilmemesi durumunda ekonomik riskler de ortaya çıkabilir. Dengeleyici politikalar, gerçekçi planlama ve vatandaş odaklı çözümler bu nedenle şart.
Öte yandan, dönüşüm sürecinde şeffaflık ve hesap verebilirlik de önemle ön plana çıkar. Vatandaşlar, hangi alanlarda ve nasıl projelerin hayata geçirildiğini bilmek istiyor. Bu bağlamda, İstanbul Kentsel Dönüşüm Komisyonu’nun çalışmalarının düzenli olarak kamuoyu ile paylaşılması, sürecin meşruiyetini artıracaktır. Ayrıca, katılımcı mekanizmaların geliştirilmesi, halkın da projeye dahil edilmesi uzun vadeli başarı için kritik hale geliyor.
Kurum’un “siyaset üstü bakış” çağrısı ise aslında kentsel dönüşümün ulusal bir mesele olarak ele alınması gerektiği anlamına geliyor. İktidar ve muhalefetin iş birliğiyle, kesintisiz ve bütüncül politikalar oluşturulması gerekiyor. Kentsel dönüşüm sürecinin siyasi çıkarlar uğruna sekteye uğramaması, vatandaşların güvenini pekiştirecektir. Bu çağrı, yıllar boyu çeşitli parti ve yönetimlerin farklı yaklaşımları nedeniyle yaşanan aksaklıklara dikkat çekiyor.
Bunun yanı sıra, İstanbul gibi metropollerin dönüşümü sadece konut yenilemekle kalmıyor; aynı zamanda altyapının güçlendirilmesi, sosyal donatıların artırılması ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması gerekiyor. Bakan Kurum’un açıklamalarında bu noktaların ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulaması olumlu karşılanmalı. Kentin yaşanabilirliğinin iyileştirilmesi, sadece deprem riskiyle mücadele değil, yaşam kalitesini artırmayı da hedeflemeli.
Kentsel dönüşüm sürecinde yerel yönetimlerin rolü ise tartışmanın önemli bir ayağını oluşturuyor. Belediyelerin bütçeleri, yetkileri ve kapasitesi, projenin başarısını doğrudan etkiliyor. Bakan Murat Kurum’un sözleri, belediyelerin kaynaklarını öncelikli alanlara kanalize etmesi gerektiğini öne çıkarırken, koordinasyonun güçlendirilmesi gerekliliğine de işaret ediyor. Bu anlamda merkezi hükümet ve yerel yönetimler arasında uyum ve iş birliği kritik bir unsur.
Sonuç olarak, İstanbul’un karşı karşıya olduğu kentsel dönüşüm sorunu çok katmanlı ve karmaşık bir mesele. Bakan Murat Kurum’un kamuoyuna yaptığı açıklamalar, bu sürecin önemini ve aciliyetini ortaya koyarken, sürecin siyaset üstü ele alınması ve kaynakların etkin kullanımı gerektiğine dair çağrılar da önemli mesajlar taşıyor. Önümüzdeki süreçte İstanbul Kentsel Dönüşüm Komisyonu’nun yapacakları ve uygulamaya konan yöntemler, sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin genelinde kentsel dönüşüm politikaları için örnek teşkil edecek.
Haber360.com olarak, İstanbul kentsel dönüşüm sürecini yakından takip edecek ve gelişmeleri sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Bu kritik dönüşümün, yalnızca binaların değil, aynı zamanda İstanbul’un geleceğinin inşası olduğu bilinciyle, toplumsal uzlaşı ve bilimsel yaklaşımların ön planda tutulması gerektiğinin altını bir kez daha çiziyoruz.